24 Ocak 2016 Pazar

BİLMİYORUM

    00.24
     Bileklerde hissedilen kıpkırmızı soğukların tüm odayı sardığı vakitler, vaktin bi önemi olmayiversin bi kerelik. Hiç bilmediğim biri için açılan şişenin haftalar sonra kalanını tamamlamak için oturulan bir masanın başındayım ama bu sefer yalnız. Bardağın içindeki kireç renkli sıvının seni anlamasını beklemek kadar rezil bi durum olamaz demi. Bu rezil duruma eşlik eden şarkılar senin kişisel görüşlerini beğenmediğin güzel sesli şarkılar olması daha büyük bir rezillik.
 
     Uluorta dökülüyor ince belli bardaktaki sıvının kimsesizliği. Ayışığı dokunsa yüreğimin tepeden tırnağa yarınsızlık kesmiş bölümlerine yinede karanlıktan kurtaramayacak. Bir cinayete kurban gidiyorum intihar süsü verilmiş evvel ki günümüze. Çivisi paslanmış tabutla beraber gömülüyorum toprağı çamura çalan bir mezara. Cehennem ateşim, kendi sırtımda taşıdığım odunlarla yakılmadı bu sefer.

     Dişlerimle kopartamadım hiç bir yenilginin rövanşını ve hiç bir rövanşta forvetim olmadı karşı kaleye hücum etmek isteyen. Konuyu dağıttım ben yine, yine ben kabul etmeyi öğrenemedim kabul etmeyi öğrenmek istemediğim halde. Ben ertesi günün hayalinde yaşayamadığım bir anın kabuslarında boğuluyorum.
   
     "Unutursun" kelimesini bu sefer hafızama değil kalbime söylendiğinin farkına vardım yaklaşık dört kadehten sonra. Ben yarınımda seni istiyorum desem olmuyor bari bugünümde kal desem hiç olmuyor. Tanrı kendisine olan inancımı kaybetmem için elinden geleni yapıyor benim elime hiç bi'şey bırakmamak adına.

    Son sigaramın dumanına hapsetmeye karar verdim ilk gülüşünü ne dersin?
Olur dedin hiç bilmediğim bir tebessümünle, farkındayım...

19 Ekim 2015 Pazartesi

BİR ÇİÇEK HİÇ BÖCEK


 


     Sana kalemle mürekkebin bütünlüğünü açıklamak kadar saçma ve anlamsız seni anlatmak. Olmadan olmuyor işte. Bil ki kaderine nasıl küfreder dul kalmış bir anne, işte bende öyle küfrediyorum seni anlatamayan kelimelere. Adını yaşattığın duygunun son raddesindeyim sanki amansız çiçek açmışsın ve zamansız yaprak dökmüşsün bana, bütün renkleri beyaza çeviren kış gibi umutsuzluğa çevirdin baharımı. Dur yine anlatamadım başa dönüyorum hemen...

     Tenin tenime değdiğinde depremler yaratıyorsun kalbimin fay hatlarında. Tebessüm kızgınlığıyla rol yaptığında volkanlar patlıyor ciğerimin nefes almayan sol köşesinde. En küçük kızgınlıklarda bile ağladığında benim o sen varken çalışmayan düşünce sistemime sel basıyor. Hayata karşı başlattığın isyanların sigaranın son nefesinde çığlıklara dönüştüğünde firtınalar kopuyor benim kapitalist hava sahama. Felaket kavramını ruhuma uyarladın, ben sanki gönlümün yedi harikasına tüm doğal afetleri yaşatmış gibiyim. Çok üşüyorum be yerini doldurmaya çalışan insanların getirdiği menfaatlerle. Kim bilir kaç duygu yükledim bu sayfaya. Ben bu sabah tüm hayallerimden vazgeçtim. Allah rahmet eylesin mi diyorduk burda?

23 Haziran 2015 Salı

AH !

     Bir ağacın altındayız elinde pet bardak, içinde kafeini yüksek bir içecek. Sonra iki kişilik bi hayal tasarlamışız içinde olabilitesi yüksek bir ütopya. Sanki doğum günü pastamı kesmişiz ama mum üflemeyi unutmuşuz gibi bi hava var. Zaten en ucuz mumlara en pahalı dilekler dilemek insana özgü bir umut olsa gerek. Hayatta kalanları konuşuyoruz benim elimde karanfil kokan bir cigara var hani Ahmed Arif'in şiirindeki cigaradan. Hani memleketine uğrayıpta kendi iç dağlarına hiç gelmeyecek olan bahara inat yakılan cigara. Neyse. Sonra bir fotoğraf çekilelim diyoruz, yoldan geçen pamuk şekerciden rica ediyoruz. Fotoğrafta sen ve ben, arka planda sokak köpeği. Birazdan o köpek gelip seni korkutacak sende benim koluma yapışacaksın korkudan. Yanak yanağa vermiş ve bir ritüel haline gelmiş mırıldanmaları tekrarlıyoruz. Karanlık çöktüğünde hadi artık gidelim diye yüzünde bi ifade oluşacak. Allahtan yüzündeki tüm ifadeler benim içimde bir roman gibi ciltlere ayrılmış vaziyette duruyor ve allahtan edebiyat sınavına hazırlanır gibi tüm ciltleri sular seller gibi yaşayarak ezber etmişim. Evin önünde gözlerime üç saniye bakıp çeneni omzuma koyacaksın sonra ben aynı ağacın altına seni düşünmeye gideceğim. Daha neler sığdırırdım bu paragrafa ama ah şöyle sadece fikrimde değil yanımda olsaydın.

8 Haziran 2015 Pazartesi

REKLAM ARASI


 ''...ben hayalime gülümsemeye çalışırken, o ciddi duruyordu.'' Albert Camus-Yabancı


-beni bir daha arama hadi eyvallah..

mütevazı bir akşamüstü saatleriydi sanırım, hani böyle güneşin sıcaklığını vermekten bıktığı o mazlum ama çirkef anlar. yıldızları saymak için geniş teraslı evler hayal ettiğimiz, yıldızlardan vazgeçip tavana çizdiğimiz hayallerin imkansıza kavuştuğu dakikalar işte...

-otur şuraya iki dakika konuşalım.

bu benim şeytanın huzurundaki ilk görüşmemdi ya da son. günahlarımı bir bir derecelerine ağırlığına ve ibneliğine göre ayırdı. sonra bana ilk öptüğüm kadını sordu hatırlıyordum ama yalan söyledim. inandı. ardından bana biraz coğrafya biraz tarih birazda felsefe soruları sordu. camus'un yabancısı hakkında biraz konuştuk o da meursault'u biraz salak buluyormuş.

-ulan içinde bir gram insanlık kalmamış sen bana konuşmaktan bahsediyorsun.

bazı anlar vardır hani o an hissedemezsin, sıcakken hissetmediğin bıçak yaraları gibi. aradan bol sigaralı eşlik edemediğin şarkılı müzikli bir gece geçmesi lazım. ya da vücudunun müsait bi yerlerinde 6-7 dikiş atılmış müzmin bi vakit. böyle durumlarda genelde zaman bi boka yaramıyor sen kafanı dinlemeyi seçtiğinde kaybetmeyi de seçmiş oluyorsun. fakat bizi ölümlere sürükleyen bu yaralar olmadı hiç bir zaman. bizi ölümlere sürükleyen sabah kahvaltıyı hazırlandığında evde ekmek kalmayışı oldu. bizi ölümlere sürükleyen eşini bulamadığımız çoraplar, yazarını unuttuğumuz kitaplar oldu.

 -yemin ederim sana bir daha vurmayacağım lütfen otur.

hatıraların son kullanma tarihleri geldiğinde ateşe vermek en mantıklısı diye düşünüyorum pis kokuşmuş bir şekilde içki masalarına meze olmaları beni üzüyor. geçenlerde izlediğim bir dizide doğru yolda beklemekle yanlış yolda yürümek arasında bi ilişki kurup kafamı sikmeye çalışmışlardı yemedim. ben doğru yolu görmedim yanlış yolun acısını dindirmeye çalıştığım vakitlerde. bir kadına tokat attığın an hayallerin kendi kefenini çoktan giymiş oluyor. bir kadına dokunduğun an ellerin nasırlarınla tanışmış oluyor. bir kadını sevmeye başladığın an bunların hepsi double ekstra olarak karşına çıkmış oluyor.

-ben canımı yolda bulmadım halit.

doğduğumda ülkede mali bir kriz vardı. ülke ilk defa hiper enflasyonu yaşamış babam öyle diyordu. kısa bir sürede çözüme ulaşan bu kriz beni pek ilgilendirmemiş sütüm mamam suyum rahatlıkla alınmış. bu yüzden "canımın kıymeti" denilen şey pek dikkatimi çekecek durumlar yaşamadı. bende nesquikle tanıştım kakaolu süt cidden harika bi'şey.

-özür dilerim

cuma namazından çıktığınızda avluda yüklü miktarda para bulduğunuzu düşünün sonra aklınıza bu paranın sahibinin ilaç alabileceği yalanını getirin sonra vicdan denilen o harikulade bulunmaz incinizi harekete geçirmeye başlayın, çok tanıdık bir senaryo demi. aradan çok vakit geçmeden o paralar çoktan suyunu çekmiş olacak. bu hikaye türk filmlerinde asla bu sonla bitmedi. tıpkı benim hayatımın yaklaşık yarım saat sonraki ölümle ani bi kararla tanışması gibi. yirmili yaşlarımdayken hiç intihar edeceğimi düşünmezdim, etmedim de zaten. cinayete kurban gideceğimi hiç düşünmezdim hele ki bir kadın tarafından. öleceğime hiç inanmazdım hele ki kendi hatalarımdan

-nefret ediyorum senden

kimisi şiirlerini bulutlara yazıyor ama o da yağmur yağana kadar kalıyor, kimisi fidanlara yazıyor ama o da ağaç olup boy verene kadar kalıyor, kimisi sahilde ıslak kumlara yazıyor ama o da dalga vurana kadar kalıyor, kimisi buğulu camlara yazıyor o da ev soğuyuncaya kadar kalıyor, kimiside kalbine yazıyor bu sefer onu ne yağmur ne ağaçlar ne dalgalar ne soğuk odalar ne de ölüm silebiliyor.

-seni seviyorum oya

bu kadınla bir sabah kahvaltısında tanıştık. üstünde mavi bir bluz vardı ve saçları dağınıktı, onu sevmem için bi'şey yapmasına gerek kalmamıştı. rengarenk reçellerin arasından bir dilim kızarmış ekmek aldı ve onu tereyağıyla süslendikten sonra ağzına götürdü işte o zaman vücudum tüm doğal afetleri içten içe felaketlerini yaşamaya başlamıştı. aşık olmadığın bir hayat sütsüz kahveye benzer ne yararı vardır ne anlamı. sütlü kahve sevmeyenleri ciddiye almadığımı belirtmek isterim.

-ahhh

siz hiç ölüm darbesini yemeden önce en doğru hissettiğiniz duyguyu eksiksiz ve net bir şekilde dile getirdiniz mi? heyy size diyorum meftalar, ohooo sizle de sohbet etmek ölümmüş harbinden. annemin hiç bitmeyen sütlaçları vardı tezgahın üstünde, bide sonuna kavuşamayan hikayelerim. dedemin hiç bitmeyen samsun sigaraları, bide benim hayallerim. göbeğimden akan sıvı yer çekimine karşı koyamadığı için güzelim şehri ikinci dünya savaşındaki polonya'ya çevirmiştim. yüksek sesle konuşan tüm alçaklar beni bekliyor olmalı giderken rakı mı götürsem acaba, yaşayanlarla yaşayamadıklarımı yaşarsam belki zevk alırım yaşamamaktan.


9 Şubat 2015 Pazartesi

BİRİ

   Yıl 2002, aylardan şubat, günlerden pazar, amerika savaş hazırlığında, mikrofonda tom waits'in cehennem çağrısı yaptığı "hell broke luce" parçası.. gerçi cehennem senin içinde onu cennete götürme isteğide öyle. Neyse. Çocuğun biri sonunun kötü olduğunu biliyordu sadece bunun ne zaman olacağını kestiremedi, lakin bunu düşünmek için 12 yaşında olmak biraz garipti. Bu aylarda hava soğuk olur kadıköy sokaklarında, biraz karlı biraz sessiz ve oldukça kirli. Çocuğun biri ayaklarında olmayan ayakkabıları hayal etmişti,  soğuktan mora çalan ayaklarında, ipleri siyah olan kahverengi bi bot hayal etmişti. Sokak aralarında duran arabaların egzozuyla ısıttığı vücudu bu soğuğa bu şekilde dayanamazdi. Etrafında dönen dünya onun hayatından daha hızlı olmadı hiç, o gün okul olmadığından yaşıtlarına rastlama olasılığı haftaiçi günleri kadar fazla değildi, o gün sanki şehrin sükuneti altına değilde sömürgenin kol gezdiği Afrika'da uğruna ölen işçilerin aradığı değerli pırlantalara benziyordu. Karanlık çöktüğünde dar sokaklarda kapısı açık bir apartman var mı diye aramaya başladı çocuğun biri. İki üç başarısız sonucun ardından sanırım son denemede açık bir kapı buldu. Sessizce açtı kapıyı, egzoz dumanın kısacık pantolonunda bıraktığı is lekeleri onuda çok rahatsız etmişti ki eli hep o lekeri temizlercesine pantolonuna uzanıyordu. Sonunda apartmandaydı, diğer çocukların şuan yemeklerini yediği gibi sıcak bi apartman-onun hayaliyle- bulmuştu. Sanırım bugün ilk defa gülümsedi, tabi öğlen çöpün kenarında bulduğu üzerinde burger king yazılı içi dörtte biri kadar dolu kola kutusunu saymazsak. Merdiven altına geçtikten sonra dizlerini boğazına kadar çekip en küçük boyutuna ulaşmaya çalıştı, onun için bu dünyanın en güzel uykusuydu, evet çok üşüyordu çok açtı çok suskundu ama bu uyku çok güzel geldi ona.
    Apartman yöneticisi Tahir Bey bu akşam üçüncü katta kalan orta yaşlardaki Şebnem'i bi gece kulubüne eğlenmeye çıkarmıştı. Bütün gece eğlencenin bokunu çıkartana kadar içtiler ama Tahir Bey herşeyi kafasında kurdu, o gece Şebnem'e iyice içirip yarın sabah iş yerindekilere şehvetli bi gece geçirdiğini anlatmak için Şebnem'i sarhoş etmek istedi. Gece kulübünden çıktılar bi taksiye atladıktan sonra karlı yollarında geciktirmesiyle apartmanın önünde indiler. Eğlence hala bitmemişti ki kahkahaları tüm sokakta inliyordu. Tahir Bey açtı apartman kapısını, Şebnem bastı çığlığı birden çocuğun birini merdivenin altında görünce. Tahir Bey büyük bir soğukkanlılıkla göğsünü kabartarak yürüdü çocuğun birine doğru. Karnına attığı sert bir tekmeden sonra tuttu çocuğun birini ensesinden bi kediyi tutar gibi. Şebnem'in tiksinerek baktığı çocuğu fırlattı dışarı doğru. Kalktı ayağa çocuğun biri gözünden düşen yaşları ve burnundan akan sıvıyı silerek. Yürüdü çocuğun biri bu sefer dik bir şekilde. Soğuk onun vücudunu sanki giderek doğrulttu. Sokağın sonunda daha önce hiç görmediği annesini gördü. Yetişemedi. Diğer sokağın sonunda yine onu gördü. Diğer sokaktada öyle. Ama hiç yetişemedi. Düştü çocuğun biri yere, kimse ona bu dünyada ölümün sonsuz olduğunu söylemedi öldükçe öldü. Boşver çocuk bu ölen sen değilsin, insanlık.

4 Şubat 2015 Çarşamba

YORGAN ALTI

Yorganın altında sakladığı düşlerini yitirmemek için annesine o odaya soba kurmasına izin vermedi, "bir battaniye daha olsa yeter anne" dedi. Halbuki düşleriyle alakası yoktu bu soğukluğun sadece babasının asgari maaşının iki torba kömürle daha fazla azalmasını istemediğinden böyle söylemişti. Abisinin askerdeki masraflarıda keza bu olay kadar düşündürdu onu. Televizyonu kapatıp uyumaya yeltendi ayaklarına geçirdiği iki çift çorabı çıkarmak bile istemedi, babası gece vardiyasindan dönmeden uyumazdi zaten, o gelene kadar yorgan altı düşlerine bir yenisini daha katardı. Kapı sesini duyduktan sonra hikayesini hızlıca sonlandırır babasının onun ışığını açıp o uyudu mu diye kontrol edişini gözleri kapalı beklerdi,  sonra bitirdiği hayaline sarılıp içini ısıtarak uyurdu...

1 Şubat 2015 Pazar

YEDİ

Içtiği son şişe olduğunu anladığında son nefesini burnundan verince anlatmıştı. Şehrin en ıssız sokağını tanıyamadan yürüyor,  ıslak kaldirimlari koklamadan ilerliyordu. Belki karısının son çığlığı onun dinlediği en acı enstrüman sesiydi. Cebinde kalan son 7 lirayla bir bakkala girip sapsız jilet ve su aldı. Bir kaç adım sonra ıslaklığın kuruduğunu zannettiği bir kaldırım köşesine oturdu. Çektiği ilk yudumun ardından acılarının en keyifsiz sigarasını yakmaya hazırlandı. Aldığı suyu karşısına koydu ve "sanırım şu hayatta şerefine içilecek en saf varlık bu" dedi ağzındaki sigara dumanın göz yaşartıcılığıyla beraber. Hayatı boyunca kazandığı herşeyi bir bir kaybeden bu adam sanki sonsuzlaşacak tek zaferinin biraz  sonra bileklerine dokunduracağı bu gıcır gıcır jiletle ölümsüzleştirecekti. Kızının yokluğu, karısının çığlıkları, babasının terkedişi ve kardeşinin sırtına sapladığı o bıçağı biraz sonra hepsini son kez gülümseyerek hatırlayacaktı. Bu sefer ikinci kez düşünmek istemedi. Hissettiği tüm eksikliği bütün fazlaĺığıyla yaşamıştı zaten.. 2 saat sonra üzerinde gazeteler ve şarap şişesinden ayrıldıktan sonra morga götürüldü.